BOŞLUK

25 Ekim 2010 Pazartesi

VARSAYIM !!!!!!

Evren, insanlık tarihi boyunca gizemi çözülemeyen olgu,sırf  bu yüzden merak konusu ,tanrıların gök kubbesi,
her bilim adamının varsayım teorisi,bazılarının sorgulamasının günah olduğu ,kainat olarak yaratıldığını düşündüğü kutsal tasarım.Geceleri ihtişamlı görüntüsünü hayranlıkla seyrettiğimiz,bazen hakkında düşünürken
korkularımıza sebep olan,bazen gizemli hayallerimizin kaynağı bu  muhteşem  yapı neydi?.Big bang patlamasımı?,yoksa inançlardaki gibi tanrının sırf insanlık için dizayınımı?yada daha büyük bir boyutta yaşayanların zaman göstergesi bir saatmı?belkide o büyük boyuttaki bir çocuğun oyuncağımı?yoksa bir futbol topumu?bazı bilim adamlarının öne sürdüğü büyük bir canlımı.?bunlar gibi binlerce soru sorabiliriz.En azından
yukarda sorduklarımızı mantık çerçevesinde biraz açalım.Big bang patladmasıysa patlayan ney ,niçin patladı?
Adger alan po nun dediği gibi tanrımı patladı?İnançlardaki sırf insanlık için dızayn edilmişse neden biz bu kadar küçükken evren bu kadar büyük dizayn edildi?Büyük boyut olayına gelince bir oyuncaksa neden kırılmıyor,bir futbol topuysa neden hareket etmiyor?zaman göstergesiyse neden bozulmuyor,büyük bir canlı ise neden içindeki organlar hiç sallanmıyor?.Bunun gibi bütün bu varsayımları çürütecek yüzlerce soru sorabiliriz sadece benim varsayımımı çürütecek soruyu bulamadığımı sizlere açıklamak istiyorum,ama yinede
sadece varsayım olduğunu hatırlatarak açıklıyorum sıkı durun.Su yun förmülü bir damla sudada aynıdır,bir okyanustada yani anlatmak istediğim SU SUYUN İÇİNDEDİR.Şimdi gelelim maddenin en küçük hali atomdur atom da atomun içindedir evreni oluşturan ,büyük parçanın en küçük parçası atomdur,ve ayni yapıya sahiptir. yani bizler bir atomçekirdeğinin içinde yaşıyoruz başka birşey değil .bu varsayımımı karşılaştırmanız içinde size iki resim sunuyorum.Samanyolu galaksi resimlerive yorumu sizlere bırakıyorum
Not:kimsenin inancını da zedelemek istemiyorum  sadece allahın verdiği zekayi kullanıyorum.

12 Ekim 2010 Salı

CENNETE GİDEN YOL

Şehirler arası otobüsün,yaşına tesadüf eden  kırk bir  numaralı koltuğundan,uzun yıllar yaşayıpta şimdi terketmekte olduğu şehre son kez bakarken,otobüsün camından yansıyan yüzünde,bir hamalın yükünü bıraktıktan sonraki bitkin,yorgun ama birazda mutlu olan  ifadesi vardı.Geride bıraktığı başarısz hayattan
ve artık tahammül edemediği bu şehirden kaçmaktaydı.Yeni bir başlangıç mümkünmüydü?,çok geçmi kalmıştı?,ölmekte olan umutları yeniden yeşerebilirmiydi?,yeniden aşık olabilirmiydi ?.Belkide yeniden diye
bir şey yoktu, belkide sadece sırtında taşıdığı bu ağır yükten kaçıyordu,belkide sadece gidiyordu bu yerden ve her şeyden uzağa.Terkettiklerinin arasında az da olsa güzel an larda vardı ,beyninde bütün bunların muhakemesi,kalbinde biraz hüzün, gözleri boşluğu takılmış gidiyordu bu şehirden .

Uzun yol uzun düşünme kaynağı idi,terkettiği bu şehre daha çocukken ilk geldiği anı hatırladı ,heyecan doluydu fantastik bir dünyaya gidiyordu,babası çok daha önceden gitmiş bir devlet dairesinde memur olarak
göreve başlamıştı,daha sonraları ise annesiyle beraber babasının yanına gitmişti.Henüz gitmeden şehir hakkında çok şeyler duymuştu orası farklı bir yerdi .Fark daha gittiği ilk yıl kendini belli etmişti oturdukları apartmandaki bir kıza aşık olmuştu henüz ergenlik çağına girerken bu aşk bütün hayatını gerçekten farklı bir
hale sokmuştu.Kendi yaşıtları cinsel dürtülerine daha çok vakit ayırırken o neredeyse bütün zamanını ve beynini kıza ayırmıştı.Başarılı bir öğrenci olmasına rağmen,başarısız hayatı taa orda başlamıştı,okuduğu her kitapta kız vardı,derslerinde dolayısıyla okulda başarısız oldu.yürürken ,düşünürken,hayal kurarken hep o vardı,hep onu düşünmesi kızı insan durumundan çıkarıp bir tanrıçaya dönüştürmüştü! kendisi bir kul olduğundan tanrıçayla konuşma cesareti asla gösteremedi,ancak kurduğu düşlerde tanrıyı oynarken kızla birlikte oluyordu.Kız için kurduğu düşler onu romantik bir hayalperest yapmıştı düşler aleminden kurtulup hayata dönemiyordu.Çok şanssız bir insandı bir tanrıçaya aşık olmuştu,onu o kadar çok seviyorduki,aşk tanrısı bile onu kıskandı,nasıl oluyorda bir insan benden daha çok sevebiliyor dedi,ve onu asla kızla birlikte olamasın diye cezalandırdı o da çaresiz yazgısını kabüllendi.Uzun yıllar büyünün etkisiyle yaşaması onu diğer
alanlardada başarısız kıldı,dağınık hayatına yön veremez oldu günü birlik işlerde çalışıp doğru dürüst bir işi
olmadı,bir seferinde babasının zoruyla bir muhasebecinin yanında işe başladı,ama monoton hayat ve zorunlu olarak her gün ayni yere gitmek kendini tutsak hissetmesine neden olduğu için bir bahaneyle işi bıraktı.Belirli
zamanlarda taksicilik yaptı bu işte daha özgürdü.Babasının ölümünden sonra daha fazla çalışmak zorunda olması o özgürlüğünüde elinden aldı,hele son zamanlarda şehrin lanet trafiği onun kabüsü olmuştu.Yaşadığı bu süre zarfında hep  yeni bir tanrıça arar oldu,ama birlikte olduğu kadınlar bir kuldan öteye gidemedi.belki bazen bulma ümidi doğuyordu ama onlarda yabancı bir kategorinin yaşam ürünleriydi,kendi yaşam sahasının
dışında.Umutlu arayışlar her aynaya bakınca umutsuzluğu dönüştü,zaman sandığından daha kaygandı.Sonraki
yıllarda annesinin ölmünün ardından çekilmez olmaya başlamıştı,artık bu trafiğede bu şehrede bu umutsuzluğada dayanamıyordu doğru dürüst çalışamaması ekonomik olarakta bunalımı doruğa çıkarmıştı.
Şimdi bulduğu çözüm babasının emekli ikramiyesiyle almış oldukları evi kiraya verip o kira parasıyla çocukluğunun geçtiği ve son günlerde her zamankinden çok düşlediği memleketine dönmek olmuştu.

Yol  keyif vericiydi, dağların arasında gecenin ıssızlığında kıvrılarak giden yolda hızla yol alan otobüs onu doğduğu yere doğru yaklaştırırken yok olan heyecanıda geri gelmeye başlamıştı.Şimdi hayat geriye saran bir film gibiydi onu çocukluğundaki umuda ve heyecana götürüyordu.Gün ağarmış dağların arasından denize ulaşılmıştı,yol gittikçe vahşileşen dağların eteğinden ,sahil boyu kıvrılarak devam ederken o yıllar sonra yeniden gördüğü yerler için çoşkuyla doluyordu.Nihayet  doğduğu yere gelmişti ,otobüs sahil yolundan ayrılmış dağlara doğru bir vadi boyunca  dereye refaket eden yolda  yavaş,yavaş ilerliyordu,dere hayal ettiği gibiydi berrak görüntüsü bulunduğu coğrafyanın masumiyetini ve doğallığını müjdeler gibiydi coşkulu ve davetkardı.Kırk km yukarılara çıkıldığında kasabaya ulaşmışlardı,otobüsten indiğinde dışarıda sandığından daha serin bir yaz havasıyla karşılaştı.Kasaba dağlardan gelen iki derenin birleştiği yerde kurulmuştu tek caddede yoğunlaşan yapıların önünde çok sayıda  kahvehaneler göze çarpıyordu,yaz günleri tatile köyüne gelenlerden dolayı haylı hareketli bir yerdi,bir valize sıkıştırdığı eşyalarını alıp bir kahvenin önünde oturdu,
bir çay içtikten sonra köyde kendine lazım olabilecek şeyleri bir marketten temin edip,köye dolmuş olup olmadığını sordu,yoktu.Köy beş km uzaktaydı bindiği taksiyle dağa doğru kıvrılarak yükselen toprak bir
yoldan bir müddet yükseldikten sonra, yol dere boyu uzanan dağın yamacından yatay bir çizgiyi takip ederek
çam ağaçları ve devasa gülgenlerin arasında kah kaybolup kah beliriyordu,belirdiği yerlerde aşağıdaki dere
gümüştenmiş gibi parıldıyordu.Taksinin penceresinden soluduğu  havayı içine derin derin solurken yaşama isteğini bu kadar çok içinde hissetmemişti,sanki cehennemden geçmiş cennetin ön bahçesinde yürüyordu.
Taksi yamaçta kurulmuş ahşap iki katlı evin önünde durdu bir katı yamaca denk gelen bu eski yapının alt katı
önceleri hayvanların barinaği için kullanıldığı belliydi evin on beş yirmi metre ötesinde bir başka ahşap ev daha vardı.Taksiden inip onu gönderdiğinde komşu evin önünde iki kadının onu meraklı gözlerle izlediğini farketti,
kadınların biri yaşlı diğeri ise yirmi yaşlarının biraz üzerinde gösteriyordu.,yaşli olanı yanına yanaşıp hoşgeldin dedi genç olanı ise bulunduğu yerde çakılı kalmış öylece bakıyordu beyaz atlısını görmüş gibiydi.

   Evin öünde evin ahşap duvarına yapışmış iki üç kişinin oturabileceği tahtadan oturağın altında olmasi gereken büyük kapı kilidini  buldu kapıyı açarken yanlızlıktan kurtulan evin kapısı hafifce keyifle gıcırdadı.
Evin iki yatak odasından birine girdi ,tavanda büyük bir beze sarılmış yatak ve yorganlar vardı onları indirip
yer yer paslanmış olan kayrolaya yerleştirdi,uzun yıllar kullanılmamasına rağmen tuhaf bir koku dışında temiz
görünüyordu,gün de geceye dönmeye başlamıştı.Duvardaki şişeli lamba sağlam gözüküyordu,gerçi köyde elektrık vardı ama kendi evlerine bağlanmamıştı,erzak torbasından bir kaç mum çıkarıp ,birini girişteki geniş
hol e  diğerinide odasında bulunan bir kül tablasının içine koyup yaktı.Yerleşme hazırlığı epey zaman almıştı,
nasılsa eksikleri gidermek günler alacaktı ,şimdilik yeter deyip şöminenin ateşini hemen yanındaki dizili güve vurmuş odunlarla yaktı, ısıttığı suyla bir kahve yapıp  evin balkonuna çıktı.Balkon evin yamaç tarafında iki kat arasına ağaç direkler üzerine oturtulmuş, döşemesi yıllara inat sapasağlam duruyordu.Evin girişinde olan oturağın aynısı balkondada vardı ,balkonun korkuluğuda yine ağaç direklerden yapılmıştı.Elinde kahvesi ayaklarını da balkonun korkuluklarına uzatıp oturdu.Ay görünürlerde yoktu ,binlerce yıdız ise kendilerini farkettirme çabası içinde gökyüzünde parıldıyordu.Etraf zifiri karanlıktı köyde ve vadinin karşı yamacında
bir kaç evde yanan ışıkta yıldızlardan pek farklı görünmüyordu,aşağılarda ormanın vahşi sulieti,gizemli hikayelerini haykırıyordu.keyifle bu atmasförü bir müddet soluduktan sonra dağ gecelerinin soğuğunu hissetmeye başladı yorgunluk uykuyuda beraberinde getirdi.Tuhaf kokulu yatağında yanlızlığın  şefkatlı kollarında huzurlu ve rahat bir uykuya daldı.